9 Ocak 2010 Cumartesi

Stockholm kurt avına çıktı ve Niyazi Ağbi'nin kurt öyküsü; Dördüncü yazı

Aç ve susuz kurtların modern insanlar tarafından, modern silahlarla vurulmasını Stockholm haberi yaptık. Anadolu’dan bir kurt öyküsü geldi bu sırada.

Yılın ikinci günü, ilk sayfa dört sütunla fotoğraflı manşet atıldı. ‘AVCILAR KURT AVINA HAZIR.

Değerli İzleyici,

Bakın neler oldu! ‘İlk kurt avı, karışık duygular uyandırıyor,’ diyerek bu melankolik karlı günlerde biraz çevreci uyarıcılık yaratmaya çalıştı ve orta iki sayfayı da buna ayırdı aynı gazete, Dagens Nyheter; DN.

Bu kurt sürek avının sonrasını haber yapmaya çalıştığımız sırada, Selviye Hanım’dan gelen kurt öyküsü, biz çevrecileri haklı çıkardı.

Kurtların da yaşam hakkı var! Üstelik eksi 20 derece soğukta değil YİYECEK bulmak SU içmek için ellerinde matkaplı balyozlarla kalın buzları kırması gereken ve yürüyemez derecede halsiz düşen kutlar modern silahlarla daha ilk gün avlandılar. Bu da kahramanlık sayıldı!

Düşmanını vuracaksan, ilkin yedir ve içir! Boş mideyle gözleri fersiz, silahını eline alamayacak denli halsiz bir düşman ne yapabilir?

2 Ocakta sürek avı başladı ve 3 Ocakta akşama dek 24 kurt avlandı. Belirlenen kontenjana göre geride avlanacak 3 kurt kaldı. Nasıl oldu?

Böyle modern bir ülkede, yaban doğayı yaşayan yaban hayvan sayısı bilinir. Her yıl artacak sayıları da bilinir. Avcılara zevk versin diye belli günde ruhsatlı silahlarla av izni de verilir 'kontenjan' fazlası için.

Bu 'kontenjan' fazlası ne ise bu yıl da böyle oldu. İsveç yaban doğasında 200 kurt yaşamaktadır. Bu kurtlar, geniş doğa nimetleriyle yetinmekte ve fakat kış ağır yorganını ormanların bile üstüne atıp her şeyi ele geçirince, buranın gariban kurtları da aç ve susuz kalmakta ve çevreciler oralara yetişip yiyecek vermekte zorlanmaktadırlar.

Kurt avı böylece gazete manşetlerinden taşıyor. Konuyu sürdüreceğim.

Fakat kurtların öyle tasarlandığı kadar yırtıcı olmadığını, aç kalan her canlının bunu seve seve yaptığını, üstelik iki ayaklı canlıların da açlık çektiklerinde nereleri tarumar ettiklerini de unutmadan...

Bize gelen kurt öyküsü çok ilginç, şöyle ilginç, o zamanlarda, Selviye Hanım’ın babası Niyazi Ağbi bakın, keçiyi kurdun ağzından alıyor.

Kurt, anladığım kadarıyla gürleyen bir sesle keçiyi bırakıp kaçıyor. Bu öykünün geçtiği yer fotoğrafı yanda ve aşağıda.

İnsanları kurtlaşan bir dünyada, anlıyoruz ki Sarıkamış kurtları, çocuklarına ekmek götürmekte olan bir babanın feryadını işitecek kadar insanlaşmışlar. Ne paradoks!

Şimdi Selviye Hanım’ın ilettiği kurt öyküsünü birlikte izleyelim.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 9 Ocak 2010

'Sevgili Tekin Abi,
Herkesin Babası özeldir. Benim fedakar, çileli, yürekli babam da çok özel. O yüzden bu öyküyü sizinle paylaşmak istedim.

'Yıl 1967 ben ortaokul son sınıf öğrencisiyim. Aylardan Mart, her yer karlarla kaplı. Babam, Sarıkamış'tan köye koyun, keçi almaya gitti. Onları getirip satıyordu. O zaman ekonomik krizdeydik.

'Köyden üç koyun bir de keçi almış. Soğanlı Dağı'nda yol alırken bir de bakmış koyunlar etrafa meleyerek kaçışmakta, keçiyi bir kurt boğazından yakalamış sürükleyerek karların içinden çekiyor. Elinde gevşek bir sopa varmış (hayvanları yönlendirmek için). Sopayı fırlatmış, nafile, kurt kararlı keçıyi alacak. Eline şapkasını alıp şiddetle bağırarak kurdu uzaklaştırmış.

'Sesine oradan geçen bir köylü gelmiş. 'Keçinin boynu yaralı Kızılçubuk köyüne gelmişler. Babamın tanıdığı Feyyaz amcaya misafır olup o gece konaklamış. Feyyaz amca ateşte demiri kızdırarak keçinin boynunu dağlamış. Ertesi gün babam sağlıkla dağı aşıp Sarıkamış'a geldi.

'Selam sevgiler size...'
'Selviye, 2009'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder