10 Nisan 2011 Pazar

her insan yer içer de her insan neden yazamaz...

Tuhaf bir soru var bugün. Benzetmek gibi olmasın da... Müzik notaları gibi her kitap neden hep benzer notayı vurmaz, diye sordum. Yazmayı bilen her insan, neden benzer düzeyde yazamaz, diye sorulu bir yanıt geldi.

Biri mektup yazamaz, öteki roman yazar. Okumayı bilen insanlar arasında da fark var. Her insan benzer düzeyde kitap okumaz. Farklı kitaplar, tuhaf konular vardır. Yazmayı bilenler arasında da böyle bir fark olur. Farklı kitaplar, kütüphaneler gibidir insanlar da. Kimisi yolculuğa çıkarken okunmasa bile yanında bir kitaplık taşır.

Kimi insan savaş ve barış romanı yaşar, sanki tüm ömrünü Tolstoy yazmış da dünyaya atmış gibidir. Kimisi Yaşar Kemal’in ‘Yer Demir Gök Bakır’ını, kimisi Aziz Nesin’in Zübük kişisini yaşar. Kimi insan Dostyevski’nin Suç ve Ceza romanından kaçmış ve bu nedenle dünyaya küsmüştür dersiniz. D. H. Lawrens'in 'Oğullar ve Sevgililer’deki kopyesi gibidir kimi oğul ki, babayı anımsamaz, hep anne dizi dibinde yaşar.

Değerli İzleyici,

Her yazmayı bilen ve her okumayı bilen arasında beliren ayrım salt teknik bir fark mıdır?

Anna Karenina’yı bir solukta yaşayan bayanlar da vardır; ve onlar yeni feminizmle dönüştükten sonra, dönüp Lady Chatterley’e baktıklarında, yaşamlarını aslında, hangi kadın düşmanının böylesine sereserpe çıplak cesaretle roman boyutunda gardroptan dışarı çıkarıp, dünyaya attığını soracaklardır.

Onların da romancıya bunu sorma hakları var.

Ne olursa olsun, dört evlilikten sonra İsveçli kadınların nefretini toplayan August Sitrindberg, ölmeden önce yine de ‘İnferno’ adlı günlüklerini yazacaktır. Herkes istediğini yazabilir ve yaşayabilirse evet yaşasın hayat!

Yeme de yanında yat! Akşam sabah bey namazda, ne yapsın küçük hanım dördüncü sırada... Beşik kertiği ilk hanım sofada, mutfakta ikincisi, üçüncüsü çamaşır yıkasın çocuklarla.. ya Tunus'tan getirilen dördüncü yeni kuma, o ne yapsın... Bir de bunlar var bakın!

Evet! İşte herkes işteyken, enişte küçük baldıza, bana bir kayfe yap dediyse, insan istediğini yaşayabilirse.. evet yaşasın hayat!

Bu dört kumanın ve o baldızın da, doğrudan hayata değil; romancıya, daha doğrusu bu satırların yazarına bunu sorma hakları var... Ve evet işte neden herkes yazamaz.. sorusunun yanıtı da burada.

Herkes istediğini yaşayabilirse ki yaşamalı insan isteyince. İnsan istediğini yazabilmeli de. Evet bu çok doğal bir şey işte denilmeli. Fakat neden herkes yazamaz dendiğinde bunun yanıtı da ikircikli bir rüzgara yelken şişirmeden verilmeli. Her insanın has ve öz gerçek özlemi nedir?

Yeme, içme, doludizgin ve kazanova gibi hovarda yaşayarak eğer gönül avutmaysa bu ve bunda, yaşamın tadını çıkarma sanatı biraz varsa.. durun bakalım. Burada herkesin ortak olacağı bir parantez açalım. Yemeden içmeden nasıl yaşanamıyorsa, okuma ve yazma eylemi olmadan yaşayamayan insan da vardır. Şöyle ki her insandaki zorunlu yeme/içme dışında, ayrıca zevk aldığı yeme ve içme nesneleri vardır ve hem ayrıdır, hem insan eğilimleriyle ayrılır.

Kimisi dondurmalı kazandibine bayılır, kimisi sade sütlaç sever, dondurma istemez. Yaşam böyle çok çeşitle kapıyı, pencereyi açıyorsa işler daha da kolay. Böyle ise eğer öte yanda hayallerle düşüp kalkma sanatı da, yazarlara büyükçe bir rüya görme yeri ayırır.

Yollar hep aynı.. bakın biri, bir ötekine benzer ve bir yerde bir sahne açılır ve doğum günü kimliklere yazılır, kimi yerde kliniklerde, kimi yerde tarlada doğar insan.. evet ilk koşu ve ilk koşul, boğulmadan doğmak. Bunu unutmayın! Fakat bundan sonra başlar oyun ki her yerde kavşak ve dönemeçler farklıdır.

Her insanın yazarak gerçeği betimleme sınırları ne kadar farklıysa, yaşamın sınırları da her yazmayı bilen ve her okumayı bilen insan sınırları kadar dalgalıdır. Pekçok insanın hercai bir çiçek gibi doğma ve o ömrünü o şekilde kovalama nedeni varsa.. şöyle ki, kimilerinin de ‘mahpushane çeşmesi yandan akıyor yandan’ türkülerine karşın, yazar olarak doğma ve yazar olarak ölme gerekçeleri vardır.

Sonuç olarak, şimdi bu deneme yazısının bitiminde bakın ne olacak.. yetmiş beşinci doğum yılını yaşayan bu satırların yazarının payına düşen bir bilgelik parantezi açılacak.. umuyorum ki, bekleniyor bu; ‘sağlıklı yaşayın mutlu olun,’ derim. Bir de kitaplıkta, en eski basım tarihli olanların tozlarını alın. Kitaplar da insanlar gibidir...

Sevgi, içtenlik...

Tekin Sonmez, 10 Nisan 2011, Stockholm

Sağ yanda görülen Oğullar ve Sevgililer'in 1959 basımını, bu satırların yazarı Aralık 1959'da Sarıkamış'ta satın almış, ilk sayfasına tarih yazmış ve hemen o günler okumuş ve son sayfasına Ocak 1960 tarihi yazıp imzalamış. İşin ilginç bir yanı da bu kitabın Stockholm'e, yazarımızla birlikte gelmiş olmasıdır. Kadim bir tanışıma yaklaşır gibi bu kitabı elime alıyor ve üstündeki tozları siliyorum. T.S.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder